Arkeologlar, M.Ö 8000 li yıllarda evcilleşen hayvanların iğdiş edilmesi olarak bilinen ‘kastrasyon’  yöntemini, bilinen ilk modern cerrahi müdahale olarak tanımlarlar. Bunun ispatını ise her ikisi de erkek olan  öküz ve boğa kemiklerinin aynı morfolojik yapıda olmamasına bağlayarak iğdiş edilen ve edilmeyen hayvanlar arasındaki biyolojik fark olarak ortaya koyarlar. Zira yumurtalık veya testislerin çıkarılarak testeron ve ostrojen hormon salgısını durdurma yöntemi olan “kısırlaştırma” yöntemi olan kastrasyon  çok uygulanmakta olan bir işlem olarak kemiklerin kimyasal yapısını değiştirmekteydi...

Tarih öncesi dönemlerde ilk beyin ameliyatları ise daha ince aletlerin yapılmaya (örneğin dilgiler, taş kalemler) başlandığı Üst Paleolitik Çağ' a rast gelir. (m.ö.50.000-10.000) Beynin deforme olmuş hali olarak fiziki beden ve beyinsel büyüklükleri (yaklaşık) ve şekilleri aynı olan ancak sadece 'koşma ve ileriye bakma' özelliği olan neandertaller, beyinde görmeyi sağlayan occiptial lobun hemen arkasında bulunan bir çıkıntının (bun) beynin arkaya doğru daha da büyümesine yol açması sonucunda bunun beynin düşünsel yeteneğini oluşturan bölümün ön tarafta (serebral korteks) gelişmesini önleyici bir etken oluşturduğundan bahisle sürekli koşarak ayaklarının zarar görmesi sonucunda yok oluş sürecini hızlandırdığı ve bu yüzden av haline gelerek yok oldukları bir çok antopolog tarafından ileriye sürülür.[1]

Beyine yapılan ilk cerrahi müdahale olarak kafatasının delinmesi olan Trepanasyon ise  tarihte bilinen en eski cerrahi müdahale yöntemi olarak M.Ö 10.000 yılına kadar geriye gider...Kelime Yunanca delmek anlamına gelen 'trypanon' dan üretilmiştir. Çayönü, Aşıklı Höyük, keramiksiz Neolitik Çağ döneminden bu yana Anadolu'da da 45 den fazla trepanasyon örneğine rastlanmış...[2] Bu yöntemde kafadan bir kemik çıkarılarak delik açma yöntemi bugün modern tıptan bildiğimiz kanda bulunan yüksek glumat uyarımıyla nöronların sinapsları bir çığ gibi aşırı yüklemesini önleyen GABA (gamma aminobütirik asit)arasındaki savaş sonucunda glumatın galip gelmesiyle ortaya çıkan epilepsi nin neden olduğu ruhsal hastalıkların ve kötü ruhların kafatasının içinden dışarıya çıkarak kovulacağına inanılıyordu.Günümüzde Biritish Museum' da bulunan ve M.Ö. 1000 lere tarihlenen Babil tabletlerinde epilepsi hastalığı hayalet görme ile ilişkilendirilmiş, Urfa Sultantepe'de (m.ö. 718-612) bulunan “Sakikku kil” tabletlerinde epilepsiden bahsedilmiş Hipokrat bu hastalığı 'mukaddes hastalık' olarak tanımlamış, en eski tanım ise Sümerler tarafından 'an-ta-sub-ba' olarak bilinen ve “sara' olarak tabletlere kazınmış ve güneşin batışı ile eşdeğer görülmüştür...Sultantepe'de bulunan bir efsun (incantation) tabletinde Babilli hekim'in başı (sag: baş) ağrıyan bir kişinin ağrısını Zappu (ülker yıldızı) ile ilişkilendirmesi bu dönemdeki astrolojinin de önemini ortaya koyar...

M.Ö. 1700 lere ait olan Mısır'dan bu papirüsü satın alarak okuyan Amerikalı arkeolog adına ithaf edilen Edwin Smith papirüsü içindeki beyine (hiyeroglif olarak yazılışı yanda) ait bilgiler ise m.ö.3000 lerdeki Sümer bilgilerine kadar uzanmakta...Mısırlılar mumyalama aşamasında kafatasından beyni çıkararak almaları dolayısıyla beynin önemini pek kavrayamadıklarını ya da anlayamadıkları anlaşılırken kalp, özenle dışarı çıkarılır kanopelerde muhafaza edilirdi ya da mumya içinde saklanırdı... Eğer mumyalardan kalp çıkarılırsa yerine bir skarabe [3] yerleştirilirdi...Mısır'da vücut anatomisi içinde kalp , Mezopotamya 'da ise karaciğer önemli olmasına rağmen daha sonraki dönemlerde bu bölgelerden kopyalanan antik Yunan tıbbında ise her iki organın da tıbbi ve ritüeller açısından değerlendirilmiş olduğu görülür... Tıp bilminin antik Yunan Askplepios'dan geldiği zannedilen bugünkü sembolü olan yılan ise, Sümerlerin 'Gılgameş' destanında yaşam ile ilgili olarak yer alıp Mısır'daki bugün Luksor denilen Teb (Tebai) kentinin simgesi olmuştu. Çok ilginçtir ki bugün kullandığımız farklı anlamda bi'ttabi (Doğal olarak, tabiatıyla, tabii, elbette) kelimesinin dayandığı 'tabib' kelimesi dahi Süryanice/Aramice 'bilme- anlama' anlamında daha sonra geçtiği Arapça 'tıb'kelimesine dayanıyor olsa da batı dillerinde kullanılan 'medecine' kelimesinin kökeni Anadolulu bir topluluk olan Hititlerin dilinde hastalığa karşı 'katlanmak, direnmek' anlamına gelen 'mat' sözcüğünden üretilmiştir. (A.Ünal)

Biri Batı Toroslar diğeri ise Cebelitarık'tan Kıbrıs'a gelerek güneybatı rüzgarlarının birleştiği ve arkeologlar C.Newton ile I. C. Love tarafından iki kez talan edilen antik Knidos (Datça) üzerinden vücudun anatomik bilgilerinin aktarıldığı bilinen eski Yunan’da Tıp ilmini başlatan kişi olarak bilinen C.Hipokrat (m.ö 460-390) dan günümüze fazla bir doküman kalmadığı O’nun ölümünden sonra çalışma dokümanlarının  Kos adasındaki Tıp Okulu’nda öğrencileri tarafından derlendiği bilinmektedir...[4] Hekimlerin ‘iatros’ olarak adlandırıldığı Hipokrat döneminde sağlık hizmetleri tanımladığı şekilde daha çok gezici akut (aniden ortaya çıkan)kronik (belirgin), endemik (belirli bir bölgeye ait) ve epidemik (yaygın) olarak verilmekteydi. Nitekim Perge kazılarında (J.İnan) iatrosların muayene hizmetlerini verdiği bir  ‘iatrion’ (muayenehane, klinik) bulmuş ancak burada görev ifa eden 'iatros 'ların gezici olmaları nedeniyle burada herhangi bir antik tıp aletine rastlanmamıştır.

Paleolitik çağlarda 30-40 yıl kadar yaşam süresi olan insan vücuduna dışarıdan ve içeriden müdahale yöntemlerinin gelişme göstermesinin insan yaşamını uzatmış olduğu anlaşılıyor. İlk kez canlıların elektrik de üretebileceğinin anlaşıldığı bir dönem olan ve bir kurbağanın bacak kaslarına metal bağlandığında bacakların hareketlendiğini elektriksel deney olarak gösteren, devam ettiği Bologna Üniversitesi'nde İbn-i Sina'nın kitaplarının da okutulduğu İtalyan L.Galvani sayesinde insan hücre yapısı ile elektrik arasındaki ilişki anlaşılacaktı...Daha sonra bu gelişim Volta tarafından günümüzde kullandığımız pillerin teorisini oluşturarak başta beyin olmak üzere insan vücudundaki organların oluşturduğu titreşimlerin elektrik sinyallere dönüştürülebileceği fikri beyin araştırmalarının da temelini teşkil etti. Felç geçirmiş bir hastanın beynine ince bir cam probu sokarak bir bilgisayar ekranındaki kürsör, hastanın düşünce gücünün elektrik sinyallerine dönüştürülmesi ile hareket ettirildi. (Tübingen ve Emory Üniversitesi, 1998) İnsan beyni ile bilgisayar arasındaki bağlantının sağlandığı ilk deney olarak M. Nicolelis ( Duke Üniversitesi) ve ekibi bir maymun beynine çip yerleştirerek maymunun örneğin bir muzu yemek isteğinde oluşan düşüncesini hareket enerjisine çevirerek bir mekanik kolu hareket ettirmeyi başarmış, nörofizyoterapist J.Donoghue (Brown Üniversitesi) ise felç geçirmiş bir hastanın beynine yerleştirdiği çip ile alınan sinyalleri bir laptop üzerinde göstermiş bununla beyin fonksiyonlarını kaybeden ALS hastalarının internette sörf yapabilmeleri, video oyunlarını oynayabilmeleri, e-maillerini okuyabilmeleri pratik olarak gözlemlenmişti...

Bütün gelişmelere için beynin ölçülmesi için en yaygın yöntemler, EEG, fMRI, Pozitron Yayılımı (Emission) Yöntemi ve Optik İşlevsel Beyin Görüntüleme (fNIR) teknolojileri ile yapılmakta...Günümüzde ise binlerce yıl önce trepanasyon işlemi ile tedavi edilmeye çalışılan epilepsi hastalığı ise beynin yaymış olduğu elektriksel sinyalleri ölçen EEG ( Elektroensefalografi ) cihazları ile yapılmakta... 

Beyinde bulunan nöronların analiz edilmesi Hans Berger tarafından 1875 yılından bu yana bilinen yöntem ile kafatasının etrafına elektrod yerleştirilen EEG yöntemi ile yapılır... Serebral kortekste bulunan nöronlar tarafından üretilen elektriksel sinyallerin saçlı kafatası derisinde oluşturduğu elektriksel potansiyel farkları elektrodlar ile alınarak EEG cihaz tarafından kayıt edilir, yükseltilir, filtre edilir ve hareket eden bir kağıda yazdırılır. Geleneksel EEG cihazlarında 0.5 Hertz değerinden 70 Hertz değerine kadar spikes, sharp, waves, spikes-waves değerleri ölçülüp 7 Hertz değeri değerlendirilirken günümüzde kompüterize CEEG olarak adlandırılan cihazlarda daha yüksek frekanslar olarak 250 Hertz değerine kadar olan akımlar kayıt edilerek değerlendirilir...Kafa derisinin geçirgen ve temiz olması sonuçların daha doğru elde edilmesini sağlarken yöntem ile beyin üzerindeki herhangi bir bölge lokalize edilerek bir ölçüm yapılabilmesi mümkün değildir. Kafatası içinde bulunan düşünce yeteneğini sağlayan beynin en önemli bölümü olan serebral korteks üzerinde bulunan 100 milyar nöronun her birinin 10.000 bağlantı kurabilme yeteneği bulunur. Beyin ölümü denilen olay ise EEG ile serebral korteks üzerinde Amerikan EEG Derneği elektroserebral inaktivite olarak bilinen tanımlar ve bunu bütün diğer koşullar dikkate alınarak 2 mikrovoltluk genlikli elektriksel işaretlerin alınamaması olarak tanımlar...Sinirler 25 mikrovolt, göz ise 10 mikrovolt üretemediği zaman bütün canlılık fonksiyonunu kaybeder...(tablo)

Beyin ile ilgili her şeyi bildiğimiz zannettiğimiz anda geçen yıl 2015 yılının sonlarına doğru beyinde 'lenf'damarlarının olduğu Virginia Üniversitesi'nden bir grup bilim adamı tarafından keşfedildi...[5] Bu tarihe kadar anatomi haritalarında beyine kadar giden bir lenf damar sistemi olmadığını gösteren [6] ve buna göre teşhis koyan doktorlar, bu tarihten sonra özellikle Alzheimer, Parkinson, MS, otizm, Huntington ve epilepsi de dahil birçok diğer tüm anlaşılamamış hastalıkları bu yeni keşfin ışığı altında tedavi edebileceği ortaya çıktı...[7] Bu keşif bu tip hastalıkların nedenini artık vücudun bağışıklık sistemi içinde de aranması gerektiğini ortaya çıkarmış ve keşif aynı zamanda beyinde Lliff CSF paravascular pathways (beyin omurilik sıvısı), glymphatics brain circulation (beyindeki atık maddelerin uzaklaştırılması görevi), perivascular astroglial sheath (damar çevresi merkezi sinir sistemi astroglial nörotransmitter koruma kılıfı) ve perivascular pump (damar çevresi pompası)ölçümlerinin yapılmasını gerektirecek tedavi şekillerini ortaya koyacaktı...

Sümerce, büyü işleri ile uğraşan ve doktor anlamında kullanılan LU. A.ZU (Suyu tanıyan adam) kelimesi sağlığı temizlik olarak 'su' ile özdeşleştirirken Hititçe'de hastalık kelimesinin karşılığı olan 'iştark' a yakalanan Hitit Prensi Kantuzzili' nin şiddetli ağrılarından muzdarip olduğu hastalığını nasıl geçirdiği bilinmiyor ama günümüzde Amerika Birleşik Devletleri'nde hala binlerce yıl önce uygulanan bir yöntem olan trepanasyon [8] yönteminin tartışılıyor olsa da uygulanabilir beyin tedavisi olarak görülmesi [9] Mezopotamyalı ve Mısırlıların bu tedaviyi sadece büyü amaçlı olarak yapmadıklarını ortaya koymakta...

S. Vedat Karaarslan

KAYNAKLAR

[1] The Singing Neandertals, Steven Mithen- Lieberman , Pearson ve Mowbray

[2] http://www.kulturvarliklari.gov.tr/sempozyum_pdf/arkeometri/20_arkeometri.pdf

[3] Kadim Mısır'ın bu kutsal böceği, günümüz dünyasının bile en geçerli tılsımlarından biridir.

[4] Fransız yazar Littre, Hipokratın bu çalışmalarını 1839-1862 yılları arasında 10 ciltte topladığı Corpus Hippocaticum adlı  eseri yayımlamıştır.

[5] http://neurosciencenews.com/lymphatic-system-brain-neurobiology-2080/

[6] http://i1.wp.com/neurosciencenews.com/files/2015/06/new-lymphatic-system-map.jpg?resize=750%2C412

[7] Lenf sistemi ince bağırsaklardan alınan besin maddelerinin dolaşım sistemine taşıyarak mikropları öldürüp bağışıklık sistemini güçlendirmeyi sağlar.

[8] http://www.trepan.com/

[9] ITAG (International Trepanation Advocat Group) adlı bir kuruluş m.ö. 10.000 lerde Mezopotamya'da 1850 yılına kadar ise Avrupa'da uygulanan trepanasyonun hala geçerli bir tıbbi metod olduğunu ileriye sürmekte ve bunun önemli bir tıbbi tedavi yolu olduğunu düşünmektedir...ITAG ın kurulmasıyla artık trepnasyon ile açılan bir kafatası deliğinden 'beyin kan dolaşımı' demektir yaklaşımına dayalı olarak beyindeki kanın hızlanabileceği anlaşılmış, hatta John Lenon , Paul Mc Cartney gibi ünlülere streslerinin giderilebilmesi için trepanasyon yapabilecekleri derneğin başkanı olan Peter Halvorson tarafından önerilmiş... Derneğe Bill Clinton'un hocası Oxford eski hocalarından Lord James Neidpath' da üye olmuş...http://news.bbc.co.uk/2/hi/uk_news/461556.stm

[10] https://faculty.washington.edu/chudler/papy.html