VİRÜSDEN SONRA SEZGİ ÇAĞI VE İNSAN BEYNİ

S. Vedat Karaarslan Arkeolog- Y.Mühendis 

Yeni çağ toplumları kendileri dışında olanları anlama ve yerine koyma anlamında 'duygudaşlık (empati) çağı' veya ‘sezgi çağı’ olarak adlandırmakta ve bunun başarılmasını insanların kendilerini yaşadıkları toplum içinde nitelikli bir 'birey' olarak hissetmeleri ilişkisinden bahseder.

Sezgi, gerçek kanıt, kanıt veya bilinçli akıl yürütme olmadan veya bilginin nasıl alındığını anlamadan bilgi edinme yeteneğidir. Bu durum, yaşam algımızın değiştiği ve yaşamı algılama şeklimizin değiştiğini ortaya koyar.

İnsanlığın geçirdiği koronavirüs olayından sonra en son devam etmekte olan Demir Çağı'nın m.ö.1200 de başlaması ile devam eden ve günümüzdeki tanımı ile 'Bilgi Çağı' ndan sonra 'Sezgi Çağı' na geçiyor olmamız bir gerçektir. 

Üst beyin olarak bildiğimiz serebral korteks ile alt beyin bölgeleri olan hipotalamus, substansiya nigra (sorunlu olmasında parkinson hastalığında etkili olan), Locus Coeruleeus (stres ve panik durumunda beyin sapının psikolojik olarak dışavurum tepkesinde sorumlu kısmı) arasındaki çatışma insan davranışlarının dış vurumu olarak ortaya çıkan 'sezgi' ve 'akıl' çatışması sonucunda bugünlerde çokca dile getirilen sosyal mesafenin bir tezahürü olarak insanlarda 'sosyal kaygıları' da ön plana çıkaran sanki kötü bir büyüyü ortadan kaldıran ya da kem göz gideren (nazarlık) anlamında 'apotropaik' gibi olgunun ortaya çıkmasına neden olmakta.

Gerçekten de insan beyninde sezgilerimizi kontrol eden alt beyinde %72 ye yakın bir hücre kullanımı ile aklın oluştuğu %28 lik serebral korteksin kontrol edilmesi bizi tarihsel geçmişimizin bizi nasıl yönlendirebileceği hususundaki verileri ortaya koyar.

Bu durumda yeni çağda beynin toplam hücre sayısının %72 sinin olduğu sezgi dediğimiz psikolojik davranışlarımızın %28 ine sahip olan aklımızı yönetmeye başlayacağını söyleyebilir miyiz?

Her ne kadar akıla başvurmadan gerçeğin doğruya ulaşma olarak tanımlanan 'sezgi' ya da 'feraset' anlayış, zihin uyanıklığı, iz'an, çabuk anlama, anlayışlı anlamına geliyorsa da kelimenin kökeninde 'at' anlamına gelen 'feres' sözcüğü yatar. Bizim kültürümüzde feraset aynı zamanda 'ruh bilimi' anlamına da gelir. Ferasetsiz ise 'ahmaklık, zekadan yoksunluk' anlamına gelir.  

Atların tam görüş alanı olarak savaş alanlarında kullanılma nedeni olan neredeyse 360 dereceye kadar ulaşabilecek 350 derecelik görüş açısına sahip olması 'feraset' kelimesinin insanlar için kullanımında sadece önünü gören değil bütün yönleri gözü ve gönlü ile görmesinden kaynaklanan bir mecazi anlam ile ifade edilir.

Doğuştan gelen ve biyolojik özellikli içgüdülerin sezgilerimiz ile aynı olmadığını sezgilerimizin deneyimler ve bilinç gelişimi sonunda oluşması sonucunda beynin bu özelliklerinin aklın depolandığı ön beyin olarak bilinen serebral korteks üzerindeki etkisi tartışılmazdır.

Farklı kültürlerin ortaya çıkardığı deneyimler, sezgilerin beynin sinirsel yapısını etkilediğini ortaya koymuştur. Bu durum Londra taksi şoförlerinin sürekli yol bulma ve sokakları ezberlemeye dayalı özellikleri filogenetik olarak  posterior hipokampüslerinde daha fazla gri madde oluşması ile açıklanabilir. Beynin serebral korteks üzerinde gri madde içeren bölümlerinin fazla olması bilgi işleme ve konuşma fonksiyonlarını daha iyi yerine getirebildiği biyolojik bilgilerimize göre Londra taksi şoförlerinin serebral kortekslerinin ön beyinden alınan bilgilerin 'akıl'a çevrilerek kullanılmasıdır.  Aynı durum telekomünikasyon sektöründe bilinmeyen numaralar servisine telefon numarası sormak isteyen 118 servisi olarak bilinen telefon operatörlerinin de telefon numaralarını bilgisayar veritabanlarına sormadan telefon numarasını ezberden öğrenmek isteyen kişiye söylenmesi olarak da ortaya çıkan yaklaşım ile benzerdir.    

Bunun dışarıya etkisi bizim dışımızda 'sosyal mesafe' olarak konulan kurallara dayalı olarak fiziksel yapıda ayrı olan kişileri ruhsal olarak nasıl içselleştireceğimiz ile ilgili bir olay olarak ortaya çıkıyor olmasıdır. 

Bu durumda sezgisel olarak geçmişin depolandığı hipokampüs ile aklın oluşarak bir değer kazandığı serebral korteks arasındaki kişinin 'ne ve nerede' algısal eylemlerinin birleştiği fonksiyonel ilişki insanın dış dünyasına 'anlayış' olarak bildiğimiz davranış modelini ortaya koyar.

Biyolojik olarak hipokampüsdeki bu geri çıktı bilgileri serebral korteks üzerindeki  perirenal-lateral, entorhinal korteks ve parahippocampal-medial korteks alanlarına ulaşırken bu iletişim yolları hipokampüsün 'olayın nerede  ve ne olduğu ' konusundaki algılarımızın desteklenmesine yol açar.

İşte hipokampüs ile serebral korteks arasındaki iletişimi bizim dış dünyaya karşı kendini biraz da karşısındakinin yerine koyabilme olarak bildiğimiz 'empati' ya da 'anlayış' veya 'halden anlama' modelimizi ortaya koyarken kişinin kendine karşı anlayışlı olması Dr. Kristin Neff tarafından tanımlanan şekli ile öz anlayış (self compassion) olarak kendini kabüllenmesi ve kusurlarına karşı affetmesi olarak bilinir.

Nörologların 'ne' ve 'nasıl' sorularını sorarak anlayabildikleri beyin fonksiyonları arasında ruhsal zeka olarak adlandırılan 'SQ' karşılığı olarak 'niçin' sorusunun cevabını aynı şekilde bulamazlar. Ruhsal zeka akıl ve duygu zekasını ve ne kadar zeka türü var ise onları entegre eder.(Zohar ve Marshall) 

Ruhsal zekadan farklı olan sezgisel zeka bütün bu zekaları entegre ederek, geçmiş deneyimler, duygular ve yaratıcı çözümlere ulaşmamıza yardımcı olan “altıncı his” de dahil olmak üzere gerçek benliğimiz ile bağlantı kurulmasıdır.

Sezgisel Zeka, insanlar daha yüksek içgüdülerini anladıkları ve takip ettikleri akıl (IQ), duygusal (EQ) veya kişinin yüksek seviyedeki içgüdülerini geliştirdiği sahip oldukları SQ 'larını dikkate alarak geliştirdiği  (SQ) gibi zeka yönlerini unuttuklarında geliştirilir ve bilim ve analitik sınırlarının ötesinde olarak gerçeklik ve hayal gücü, akıl ve içgüdü, insan varlığının maddi ve manevi yolu arasında köprü kurar.

Düşünmeden karar vermek olarak bilinen sezgisel zekasını geliştirenler konular hakkında daha vizyonel bir görüşe sahip olarak bilinirlerken Albert Einstein, bu tür bir akıl geliştirmek üzere zihnini zorlayan insanlara bir örnek olarak verilebilir.

İnsan zekasının hayati bir parçası olan sezgi, her zaman kritik becerileri kapsadığı gibi uzun bir tarihsel geçmiş sezgiyi büyük bir güç haline getirir. O halde sezginin, bir hayatta kalma becerisi olarak insan beyninin olmaz ise olmaz bir davranış modeli olması gerekir.

Soru ve sorun; beynin sezgi ile mantık arasındaki ince çizgiyi tespit edebilmesine bağlıdır.

Sezgiler serebral korteks üzerindeki mantıklı çıkarımların sonucu olarak tanımlanırsa da çoğu kez sezgiler ile ani karar verilmesi hipokampüs üzerindeki tarihsel geçmişimizi de içine aldığı için bu kararların düşüncenin bütününü kapsarken uzaktan her nasıl bir iletişim (telefon, e-mail, videokonferans...vs) kurulacak olursa olsun 'duyguların' daha dikkatli kullanımı olarak daha fazla 'sezgisel' kararlar alınmasını gerektirecektir. Burada önemli olan yaş gruplarına göre bu teknolojilerin kullanım kolaylığının yayılıyor olmasıdır.      

Kısa bir deyişle toplum önderlerine has bir şekilde 'olayları önceden tahmin edebilmek' gibi 'bilemediğini bilmek, tahmin etmek' olarak tanımlanan 'altıncı his' olarak da bilinen sezgisel zekamız, 'ötekinin anlaşılması' olarak davranış modelimiz içinde beynin bir simülasyonu olarak 'hipokampüs' da depolanmış 'tarihsel' geçmişimiz ile hesaplaşarak mantıksal karar verilmesi, koronavirüsten sonraki davranış modelimizde çok daha fazla etken olacaktır.  

  

ARKEOTEKNO 

[1] https://www.psychologytoday.com/us/articles/199305/the-anatomy-intuition

[2] http://sosyolojisi.com/anlayis-nedir-ne-demek-anlami-hakkinda-bilgi/16333.html

[3] https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC3789138/

[4] https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC3409833/

[5]  https://sqi.co/the-spiritual-intelligence-paradigm/