VÜCUDUN ELEKTROMANYETİK KODLARI, ENDOKRİN VE ÇAKRA İLİŞKİSİ

S. Vedat Karaarslan Arkeolog- Elektronik Müh. (MSc.) 

İnsan vücudunda endokrin ve sinir sistemi dışarıdan uyarılma neticesinde kontrol edilebilen iki sistem olarak bilinir. Endokrin sisteminin üzerinde bulunan organlar: beyin epifiz bezi (pineal gland), hipotalamus, hipofiz bezi (pituitary gland), tiroid bezi, parathyroid bezi, boyun altı bezi (thymus), böbreküstü bezi (adrenal gland), pankreas, rahim(kadın) ve testis (erkek) olmak üzere 9 adettir.

Sinir sistemi ise elektriksel işaretler ile insanın hareket etmesini sağlayan elektro kimyasal bileşiklerin etkileşimi ile ortaya çıkar. Sinir sistemi Merkezi ve Çevresel Sinir Sistemi olmak üzere iki kısıma ayrılır. Merkezi sinir sistemi üzerinde beyin ve omurilik bulunur ve burada oluşan sinyaller çevresel sinir sistemine gönderilir. Çevresel sinir sistemi isteğimiz ile kontrol edilerek hareket etmemizi sağlayan motor ve sensör nöronların etkili olduğu somatik sinir sistemi ve istem dışı davranışlarımızı kontrol eden otonom sinir sisteminden oluşur. Otonom sinir sistemi, kalp atışlarının artması ve düşmesi, nefes alış ve verişlerinin istemimiz dışında artması veya azalması, kan akış hızının yükselmesi veya düşmesi gibi davranışlarımızı kontrol eder.

Vücudumuz üzerinde beden ve zihin arasındaki iletişimi sağlayan ‘çakra’ lar kozmolojik etki sonucu oluşan titreşimlerin (frekans) sonucunda ortaya çıkar ve vücuttaki hormonal dengeyi endokrin sistemi üzerinde dengeler... Çakralar vücudun elektromanyetik merkezleri olarak bilinir. Bu elektromanyetik merkezler saat yönünde dolaşarak ‘can yolu’ dediğimiz kanın akışını kontrol ederler. Bir çakranın saat yönünün tersine dönmesi o çakranın kapalı olduğu anlamına gelir can yolunun sıhhatli hale getirilmesi için ters dönen çakraların tespit edilerek açılması (saat yönünde dönmeleri) gerekir.

İnsan vücudundaki enerjilere gelince...

Kadim Hint felsefesinde insan vücudunda prana, akaşa ve kundalini adında üç çeşit enerji kavramı tanımlanmıştır.

Hayat verici bir enerji olan prananın beslenmesi gıdalar ve solunum ile gerçekleşir ve belirli teknikler kullanılarak çoğaltılabilir.

Japonca’da kırmızı anlamına gelen akaşa dört ana element olarak toprak, su, hava ve ateşin birleştiği enerjinin vücudumuzda ortaya çıkmasıdır. Bu durum aynı zamanda evrenin geçmişinde ne kadar kayıt var ise bunların insanın farkında olmadan beyninde zuhur etmesi olarak da tanımlanır. Bundan dolayı bu 4 ana element toplamı olan enerji insan vücudunda ortaya çıkar. Bunun nedeni doğadaki bütün elementlerin bu 4 ana elementten oluşmasıdır.

Kundalini ise bel kemiğinin hemen alt ucundan başımızın üst kısmına kadar yükselen bir enerji kuşağı olarak çakraların kontrol edilmesini sağlar ve pozitif olması halinde tepe çakra üzerinden dışarı çıkar.

Çakraların kontrol edilmesine yönelik olarak kirlian fotoğrafları ile gösterilebilen ve canlıların vücudunu saran elektromanyetik alan Aura, sürekli iletişim halinde olduğu evrensel enerji olan ve güneşteki kimyasal reaksiyonlar sonucunda oluşarak dünyaya ulaşan metrekare başına 650 x milyon x milyon yüksüz ve ağırlığı olmayan önüne çıkan her şeyi bu arada vücudumuzdaki kan dolaşımını da etkileyen nötrinolar tarafından oluşturulur. (R. Davis). Nötrinolar bing-bang dan bu yana galaksiye yayılan Einstein’in ünlü formülündeki (E) olarak tanımlanan enerji olarak yüksüz ve ağırlıksız parçacıklar olarak güneşte oluşan füzyonlaşma sonucunda 4 adet H2 atomunun bir helyuma dönüşmesi sonucunda iki tane elektron nötrinosu ve 26 MeV’luk muazzam enerjinin dünyanın her bir santimetrekaresinde oluşturduğu 336 adedinin insanı etkilediği Aura, bir hayat enerjisidir.

Evrensel enerji veya hayat enerjisi ilk kez mesmerizm, adı altında Viyana Üniversitesi’nde tıp doktoru Franz Anton Mesmer (1734-1815) adına izafeten kullanılan ve ‘canlısal manyetizma’ olarak bilinen hipnotizmaya verilen bir tanımlama olarak gezegenlerin insan vücudu üzerindeki etkilerini inceleyen Mesmer:

‘açıktır ki dünyamızın sıvı ve katı varlıklarına tesir etmeyen gök cisimlerinde hemen hemen hiçbir değişim yoktur. Bu bağlamda, canlı organizmaların da bu tesirlerden paylarını aldıklarını inkar etmek mümkün müdür? Canlı bir varlık da bu dünyanın bir parçasıdır ve sıvı ve katı bileşenlerden meydana gelmiş böyle bir varlık, bu bileşenlerinin oranları ve dengeleri süptil bir biçimde değişime uğradığı için bunların oluşturduğu etkileri bünyesinde hassasiyetle hisseder’

şeklindeki yaklaşımı ile istiridye ve solucanların hayat devrelerinin gelişimini ayın evrelerine bağlaması ve güneşteki lekelerin insanların düşünsel durumlarını etkilemesi sonucunu teorik olarak ileriye sürmüştür. Mesmer bu düşüncelerini elektrik ve manyetizmanın insan vücudu üzerindeki hastalıkları gidermesi esası üzerine kurmuştu. Ünlü bilim insanı Carl Sagan, Mesmer tarafından ileriye sürülen bu düşünceleri kitabında [1] şarlatanlık olarak nitelemişse de bugün bu düşünceye temel teşkil edecek MR, SPECT, CAT gibi tıbbi cihazlar ile elektrik ve manyetizma kullanılarak vücuttaki hücreleri etkileyen filmlerin çekilmesi Mesmer’in bu düşüncelerini doğrular nitelikte olurken uzaydan dünyaya gelen nötrinolar yüzyıllardır bu etkileşimi vril olarak tanımlanan bir astrolojik güç olarak insan vücudu üzerine yöneltir.

Vril, uzayda dönen (spin) bir güç olarak insan pranasını etkiler ve bu etkileşimle birlikte beden ile zihin arasındaki iletişimi sağlayan ve adına nadi denilen kanallar üzerinden omurilik üzerinde hareket ederek baş ve kuyruk sokumunda son bulur.

Prananın vücut üzerindeki dağılımını kontrol eden çakralar, insanda yukarıda izah ettiğimiz kozmolojik etki sonucu titreşim (frekans) şeklinde ortaya çıkarak farklı titreşim (frekans) değerine sahip olarak farklı renkler ile ifade edilirler. Işık çakrası olarak da bilinen bu merkezler insanın prana üzerinden aldığı beyaz güneş ışınlarının renklere dönüşümünü sağlayan birer merkez olarak işlev görür ve insanın pozitif düşünce formuna geçmesi için erkeklerde saat yönünde, kadınlarda ise saat yönünün tersine dönerek sıhhatli bir vücut için sürekli açık olur.

Prana yedi katmandan oluşur. İlk katmanı olarak ‘eterik beden’ fiziksel beden olarak da bilinir ve insan vücudunun her türlü acı ve zevke dayalı duygularının algılandığı kısım olarak bilinir ve kırmızı olan renk aynı zamanda birinci çakra rengidir. İnsanın ölmesi sonucunda yok olan kısmı olan eterik bedenden hemen sonra gelen alan ‘duygusal beden’ insanın olumlu veya olumsuz hissettiklerinin dışa vurduğu bir alan olarak ikinci çakra ile bağlantılı olan turuncu renk ile temsil edilir.

Üçüncü katman olarak ‘zihinsel beden’ düşüncelerin, akılcılığın, yorum yeteneği ve algılamasındaki dereceyi ortaya koyar ve prana üzerinde güneşin oluşturduğu sarı renginin üçüncü çakraya verilmesini sağlar.

Prana üzerindeki dördüncü renk olarak ‘astral beden’ insanın neşeli ve hüzünlü olması ile ilişkili duygularının ortaya çıkmasına yönelik kalp üzerinde yeşil renk etkisi olarak dördüncü çakrada ortaya çıkar. Bu beden insanın vicdanı ile ilişkilidir.

‘Kutsal eterik model’ olarak bilinen prananın beşinci katmanı mavi rengi aynı zamanda çakranın beşinci rengidir. Bu katman evrenin oluşumunu sağlayan ilahi kuvvetle ilişki kurulmasını sağlar.

‘Göksel Beden’ olarak bilinen altıncı katman lacivert renginin altıncı çakraya verilmesini sağlar ve insanın dinsel gerçeklikler ile olan ilişkisini tanımlar.

Prananın son katmanı olan ‘keterik beden’ aynı zamanda yedinci çakraya rengini veren mor rengi ile özdeş olarak insan beyninin ‘her şeyin yaratıcısı olan’ ilâhi kuvvetle ilişkiye geçmesinin derecesini verir. Taç çakra olarak da bilinen yedinci çakra en yüksek etkin güç olarak başın üzerinde yer alır. Ruhun bedene girdiği yer olarak taç çakranın parlaklığı ve dışa açık çalışması kişinin ruhsal gelişmesini temsil eder ve rengi mor ve telepatik iyileştirme yolu olarak bilinir. Taç çakranın ilintili olduğu organ olarak beyin, insan biyolojisi üzerinde en iyi elektriksel iletişimi sağlar.

Prananın her bir katmanın renginin bağlı olduğu çakraya karşılık renk ile rezonansda olduğu durum insanın kendini en olumlu hissettiği durumdur. Prana üzerinde güneşten gelen ışığın oluşturduğu bu renk sıralaması aynı zamanda bir cansız nesnenin (öneğin odunun) yakılması ile ortaya çıkan Newton’un bulmuş olduğu renk tayfı ile paralellik arz eder. Eğer bir çakra da tıkanıklık veya bozukluk olursa bu güneşten gelen enerjinin insan üzerindeki hücreler tarafından alınamamasına sonuç olarak prana üzerindeki nadi kanallarından akan enerji akışının kontrol edilememesine ve insanda huzursuzluk ve hastalık oluşmasına neden olur.

Çakra renklerini aura renkleri olan bu ilişkisi güneşten yayılan ışınların dalga boylarının % 70 inin 0.3 mikron ile 1.5 mikron arasında yayılması sonucu ortaya çıkan ve dünyadaki renklerin oluşumu için yeterli bir değer olduğunu İngiliz fizikçi Ian Campbell ortaya koymuştur. Bu aralığın hemen altındaki değer kızıl ötesi hemen üstündeki değer ise mor ötesi dalga boylarına tekabül eden renklerdir. Dünyadaki bütün yaşam bu dalga boyları arasına tekabül eden görülebilir ışık seviyesindeki renkler ile oluşmaktadır. İnsan vücudu üzerinde bulunan çakraların da bu aralığa tekabül eden kırmızı- mor renklerin aralığında oluşan renklerden oluşması da doğaldır.

Çakra renkleri de güneş ışığındaki tayfa uygun olacak şekilde kök çakraya ait olan en küçük titreşimli (frekans) ve en yüksek dalga boylu renk olan kırmızı ile başlar ve bu frekansın giderek yükselmesi ile ortaya çıkan diğer daha yüksek frekanslı renklere geçerek en yüksek frekans ve en küçük dalga boyuna sahip olan ve bu özelliğinden dolayı beyni en rahatlatan dolayısıyla insanın en iyi iletişim kurabildiği renk olan taç çakra rengi mor ile biter.

Bundan dolayı en küçük frekanslı renk olan kırmızı insana enerji verir daha düşük yüksek frekanslı renk olan mor ise insan beyninin rahat olmasını sağlar.

ARKEOTEKNO 

 KAYNAKLAR

[1]  Carl Sagan, Karanlık Bir Dünyada Bilimin Mum Işığı, Tübitak Yayınları

[2]  Dr. Hiroshi Motoyama, Theories of  the Chakras, New Ages Books 

[3] Bu yazı 2016 yılında EMO Ankara Bülteninde yayımlanmıştır.