TEMATİK-İNTERAKTİF BİR ULUSAL HABERLEŞME MÜZESİ NEDEN GEREKLİDİR?

S. Vedat KARAARSLAN

Uzunca bir süredir arkeotekno sitesi olarak içinde modern haberleşme tarihinin başlangıcı sayılan 1837 yılı 'bu tarih ilk modern telgrafın servise verildiği tarihtir' ' bir 'haberleşme tarihi' kitabını işin teknik, siyasal, kültürel ve Osmanlı'dan başlayarak yaşanmış anekdotlar ile birlikte günümüze kadar getirecek bir zaman süreci içinde hazırlama gayreti içinde olduğumuzu yazmıştık.  

Bu anekdotların çoğunun da Osmanlı arşivlerinde okunmaya muhtaç bir şekilde beklediğini (ki resmi arşiv görevlileri istenilen her zaman bunların incelenebileceğini konusunda teminat vermektedirler.), bu dönemlere ait cihazların ise örneğin Samuel Morse'nin Osmanlı Padişahı Abdülmecid' e göndermiş olduğu telsiz telgrafın bile analizinin bizler gibi telekomünikasyon uzmanları gözüyle tarihçilerle birlikte irdelenerek bilinenin aksine Osmanlı'da ilk telefonun kullanımının 1881 yılında Soğukçeşme'deki eski telgrafhane binası ile Yeni Cami Postahanesi arasına çekilen hattın değil Ahmet Mithat Efendi'nin Dürdane Hanım (http://ahmet-mithat-efendi-durdane-hanim.bunedir.org/) adlı kitabında (1882) yazdığı telefonun ilk tesisinin bir aşk hikayesine bağlı olarak kullanılmaya başladığını bilmeliyiz. Romanda Ulviye Hanım, yaptığı araştırmalar ve kendi odasından Dürdane Hanım'ın odasına uzattığı telefon hattı sayesinde Dürdane Hanım'ın yaşadığı aşk macerasını ve çaresiz kalışını öğrenir. Bu anlatım ve husus Ahmet Mithat Efendi' nin romanını 1882 yılından önce tefrika haline getirmiş olması ve roman içinde bir İngilizin Beyoğlu'ndan bu 'Nakl-i Seda'  (telefon) cihazını alarak köşke getirmesi telefonun ilk kez İstanbul'da bu amaçla kullanılmış olduğunu ortaya koyar.

Bu durum Alexander Graham Bell' in telefonun mucidi olmadığı Elisha Gray ile girmiş olduğu patent davalarına rağmen ,telefonu esas olarak bulduğu bir asır sonra kabul edilen İtalyan Meucci' nin telefonu bulması ile başlayan sürecin 2002 yılına kadar ABD Kongresi kararındaki hakkın teslim edilmesi gibi irdelenmeye değer bir durumdur. 

Türkiye'de hemen her endüstriyel patentli buluşların kullanımında olduğu gibi telekomünikasyon sektöründe de sadece üretime dayalı anekdotlar değil kullanımdan kaynaklanan anekdotların da dile getirilmemesi bir teknolog ve arkeolog olarak bizlerin üzüntüsüne neden olmakla birlikte bu sistemlerin Türkiye'de ilk kullanımından doğan yüzlerce hikayeye ilaveten ulusal bir 'haberleşme müzesi' kurulması fikrinde hemen herkes birleşmektedir. .

Yabancı ülkelere özellikle ABD ye seyahat ederek bu tür müzeleri ziyaret edenler çok iyi bilir, daha çok tematik  (konuya dayalı) ve interaktif (etkileşimli) bu müzeler ülkenin en seçkin yerlerinde müze olarak halkın en kolay ulaşabileceği ve haftanın hemen hemen her günü ve saati açık endüstriyel müze alanında fonksiyonlarını icra etmektedirler.

Bizde de bu tür ulusal herkese açık müzelerin kurulmasına yönelik girişimler ise nedense hemen hemen hiç yok, tabiri caiz ise 'eskiye rağbet olsa bit pazarına nur yağardı' sözünün doğrulanırcasına geçmiş, gelenek ve kültürü simgeleyen cihaz, alet ve edevatın hammadde olarak kullanılmak üzere metale çevrilerek yok olmasıyla ortadan kalkıyor..

 

ARKEOTEKNO