TOPLUMLARDA MİSYON EKSİKLİĞİ

Malum bir sözdür bir iş yapılmayacaksa komisyonlara havale edilir.

İşte yine klasik bir söz olarak ‘vizyon, misyon ve komisyon’ sözü aynı şekilde böyle bir düşüncenin ürünü olarak hak etmeyecek şekilde son derece aşağılanmış bir söz olarak dillerde dolaşır.

O halde bir kurumun ya da herhangi bir oluşumun işlevini belirlemeden vizyondan önce değerler bütünü olarak kimlerin bu vizyona sahip olacağını uygulayacağını ve sonunda da icraata dökeceğini belirleyen işi yapacak kişilere yönelik ‘misyonun’ tanımlanması gerekir.

Misyon, vizyonu yakalamak için bir nevi kişilerin görevlendirmeleri olarak bilinir.

Misyon olmadan vizyon olmaz. Yani bir vizyona ulaşılmayı hedef olarak benimseyenlerin tam olarak katkısı olmadan vizyon gerçekleşmez.

Misyon ve vizyonun aynı olduğuna dair yanlış fikirlere rağmen bu iki kavramın aynı şeyler olmadığını ortaya koyarken vizyon gelecekte ne olunacağını ortaya koyar, misyon ise şu andaki durumun ifade edilmesini sağlar.

Var olma ve ‘niçin’ sorusuna bir cevap olarak bilinen misyonu uzun bir süre aynı konumda ve durumda kalacağı ifade edilebilirken vizyon ise bir işi başarıldıktan sonra değişik vizyonlar olarak ortaya çıkabilir.

Vizyon hedeftir, amaçtır misyon ise davranış biçimidir.

En sonunda misyon olmadan vizyonun olamayacağını ve vizyonun da olmadan bir misyondan bahsedilemeyeceğini söyleyebiliriz.

Ancak klasik olarak etrafınıza bir bakınız geleneksel olarak her ne alanda olunursa olunsun iyi veya kötü bir vizyon konulması mümkün olabilir ancak toplumsal bütünleşmeyi sağlayacak çok taraflı katılım ile bir misyondan mahsun olacak şekilde işler yürütülür.

Batı toplumları ile doğu toplumlarını felsefi düşünce olarak ayıran hususların başında bu misyon eksikliği ve misyonun tanımsız, tanımlanamaz oluşudur.

Gelişmemiş toplumların klasik bir hastalığı olan misyon eksikliği vizyon olarak ortaya konulan hedeflere ulaşılmasını engeller.

Vizyon görüştür, misyon ise bu görüşü icraata dökmeye yarayan bir husustur.

Görüşler ve fikirler ancak misyon ile değer kazanır.

Kısacası fiiliyat olmazsa sadece konuşmanın kime ne faydası olur ki? 

Buna eskiden belagat, hitabet ve m.ö. 5 yüzyılda ise Sokrates'in ilk kez kullandığı bir kelime olarak 'retorik' adı verilir. 

Retorik, ikna edici ve etkileyici konuşma olarak bilinirse de 'içtenlikte ve anlamdan yoksun içeriği olmayan bir lisan' olarak da bilinir.

İstediğiniz kadar şunu yapacağız, bunu yapacağız, onu yapacağız deyiniz, misyon olmadan vizyon değer kazanamaz.  

Daha klasik söylemle çok taraflı toplumsal katılım olmadan yapılan her bir icraat olumlu vizyonların ortaya konulmasına rağmen misyon eksikliği nedeniyle vizyonersizliğe dönüşür ve sonuçta toplumsal yıkım başlar.

Bu misyon eksikliğinin sonunda da ne kadar komisyon kurulursa kurulsun sorunlar bir türlü çözülemez.

Bu durum tarihin hiçbir döneminde değişmeyecek şekilde toplumların ortak kaderi olarak sürer gider.

Hani şu meşhur 'eğer tarihten ders alınsaydı....' hikayesi gibi. 

ARKEOTEKNO