HARŞİT ÇAYI VE VADİSİ KÜLTÜRÜ
Su' yun azameti derelerde görülür. Dereler, suyunun kaybolacağını bilmeden büyük bir iştahla denize ulaşıncaya kadar yerinde durmaz, hırçınlaşır, sağa vurur, sola vurur, yükselir, alçalır, nihayet bir sona ulaşacağını anlar ve geniş bir yatağa serpilerek denize kavuşur. Dere,denize ulaşamazsa o zaman jeolojik tanımlama olarak bilinen 'kapalı havza' oluşur. Bu durumda da derenin suyu, bir göle ulaşır ya da bir müddet sonra nihayet bir yolunu bularak yeniden yukarıya çıkma ümidiyle yeraltına iner.
Dereler, insan davranış ve psikolojisine de etki eder.
Avrupa'nın geniş ovalarında hacimli fakat durgun akan dereler, Anadolu'daki dereler ile coğrafik ve hidrolojik açıdan farklılıklar gösterirken insanların sosyolojik yapı farklılıklarını da ortaya koyar.
Derenin azameti ya da sakinliği insan mizacının aynasıdır sanki. Derenin deniz ile buluştuğu yerler beyaza çalan bir renk ile soluklaşır, sel getirmişse deniz kahverengi oldu, nasıl düzelecek diye endişelenilirse de bir müddet sonra denizin eski halini aldığına şahit olunur. Dere'nin deniz ile buluştuğu yerdeki bu emareler, derenin kendi aidiyat ve kimliğinin ispatının son ifadesi olarak artık dere yoktur, yok olmuştur.
Derede 'çimmek' öztürkçesi yıkamak olan 'yunmak' gibi yüzeyde olmak anlamında kullandığımız bugünkü 'yüzmek' ile aynı anlama gelmez. Dere, durgun suyun olduğu deniz gibi insanı yüzeyde tutmaz, bundan dolayı eğer akan su bentlenemiyorsa ve bent önündeki suda yüzülemiyorsa, derelerde ancak suya girip çıkmak anlamında eski Türkçe'de 'ıslak' anlamına gelen 'çi' den üretilmiş kelime olarak 'çimmek' eyleminden dolayı çimilir. Bugün de kullandığımız havadaki su buharının daha soğuk nesneler üzerine birikmesi olarak genellikle sabahları nesneler üzerinde gördüğümüz 'çiğ' aynı kökten gelen bir kelime olarak 'çimmek' fiili ile anlamdaş bir kelimedir. .
Akarsu olarak 'Dere' 'Çay' ın küçük olanına denilmesine rağmen Anadolu'da bu akarsuların hepsine birden neredeyse 'dere' denilir. Çay ya da 'çağ' öztürkçe bir kelime olarak ot bitmeye elverişli yer olarak 'çağlamak' dan üretilmiş bir kelime iken dere, etimolojik olarak Sanskristce'den 'dara' olarak Farsca'ya ve bize de 'dere' olarak iki dağın arasında akan su anlamında kullanılan bir sözcük olarak geçmiş.
GÜMÜŞHANE HARŞİT ÇAYI GÜZERGAHI
Gümüşhane'nin Vauk Dağı'ndan çıkan Türkiye'nin en hızlı akarsularından (kabarık halinde suyun debisi 232 m3/saniye ye kadar çıkar.) birisi olan 'Harşit Çayı' na günlük konuşmalarda Harşit Çayı ya da Harşit Deresi Gölköy'den Gümüşhane'ye kadar bir dizi dağlar arasında akar, 10 Km lik Gümüşhane geçişinden sonra Torul' dan geniş bir yatağa ulaşarak geçer ve Maçka'nın güneydoğusuna düşen Strabon'un Skydises (İskit) Dağları olarak bildirdiği günümüzde Kolat Dağları olarak bilinen silsileyi adeta selamlayarak batıya yönelir Kürtün, Doğankent ilçelerini geçerek Tirebolu'nun 10 Km doğusundan Karadeniz'e dökülür.
Dar bir havzaya sahip olması nedeniyle Harşit Çayı, Gümüşhane Merkezi'nden geçerken sıkışan su kanalı görüntüsüni kendi adını verdiği 'Harşit Vadisi' adı ile özdeşleştirilir. (antik adı Kanis- Philabotines) Vadiyi ikiye ayıran Harşit Çayı'nın doğusu ve batısı olmak üzere iki farklı yapıda incelenir.
Bu vadiden akan suyun her iki yakayı ayıran suyun azameti sel şeklinde Bağlarbaşı Mahallesi' ndeki 1970 lerdeki yer yer delikli tahta köprünün altından geçerken de anlaşılabilirdi.
Su, neredeyse köprüye değecek şekilde ilkbahar aylarında sel şeklinde büyük bir debi ile topraktan söktüğü ağaçlar, yıktığı evlerden önüne kattığı tahta kalaslar bazen de en fazla büyükbaş özellikle de inek olmak üzere hayvan ölülerini önüne katarak çamur deryası olarak büyük bir azametle geçerdi. Çocuklar, Mahallenin tam ortasından geçen Harşit Çayı üzerindeki tahtadan yapılmış ana köprü üzerindeki yer yer küçük deliklerden ve aralıklardan, etrafındaki bahçelere taşarak kahverengiye dönüştüren neredeyse 5 cm alttan geçen bu çamurlu suya gözlerini bu deliklere dayayarak korkmadan sele bakarlardı.
Harşit Çayı'nın bu azametli suyuna bir de küçüklüğü ile gerçek bir dere olan mahalledeki evlerin arasından geçen 'Çamlıköy' (eski adı Mavrangel) deresi eklenince Harşit Çayı iyice azgınlaşırdı. Normal durumunda iken adeta bir su arkı şeklinde akan bu derenin sel halinde iken kaptığı bir kaç insanı Harşit Çayı'na kadar götüremeden sel tecrübesi olan birkaç kişi tarafından selden çekilerek çıkarıldığını hatırlarım. Bundan dolayı o zamanlar bu derenin yan kısımlarına hala duran evleri korumak amacıyla neredeyse 2 metre genişliğinde Harşit Çayı'nın bile yanında olmayan kale gibi taş duvarlar örülmüştü.
Normal zamanlarda daha çok bahçelerin sulanması amacıyla kullanılan bu küçük Mavrangel Deresi'nin ne zaman ne yapacağı hiçbir zaman kestirilemezdi.
HARŞİT ÇAYI ÜZERİNDE GÜMÜŞHANE HALGENT BARAJI SAVAĞI
Günümüzde etrafı duvarlar üzeri ise yer yer kapatılan şehrin içindeki Harşit Çayı'nın geçiş alanları, neredeyse her bir metresinde yakın zamana kadar hatırlanabilen çok iri jeolojik özellikli ve yassı, podima, kuvars çakıl taşları kaybolmuş ve betonlaşmıştır.
Harşit Çayı, 1970 li yıllarda Gümüşhane merkez ve Torul ilçesinde uzun su kanallar ile sıkıştırılarak elektrik üretimi için kullanılan barajlar ile bentlenerek bütün şehrin elektriğini sağlardı.
HARŞİT ÇAYI TİREBOLU/GİRESUN BEDREME KALESİ
Harşit Vadisi içinde vadiye hakim bir tepede kurulan Tirebolu'ya 5 Km uzaklıktaki Bedreme Kalesi Orta Çağ da Gümüşhane madenlerine gelebilecek tehlikelerin gözetlenmesi amacıyla kullanılırdı. Ünlü Bizans tarihçisi Jakop Philipp Fallmerayer (1790-1861) bölgeye yapmış olduğu ziyarette kale ve vadi için
'doğuya doğru, kentten bir saate yakın bir mesafede sıradağlardan aşağıya doğru içinde coşkulu bir nehrin aktığı romantik ve yabanıl bir vadi uzanmaktadır. Buna bugünün diliyle Tirebolu Deresi’ deniliyor. Bu dere Gümüşhane’den geliyor. Vaktiyle deltasında, şimdi artık terk edilmiş olan gümüş kuyularını suluyormuş. Taşlı patikada, yarıkların ve tepelerin üzerinde hayranlık içinde birbirine geçmiş ve gür bir şekilde yayılmış olan geniş yapraklı çalılıklarından ve ağaçları uzun fındıklıklardan geçerek dereye doğru ilerliyorduk.
Dere gür, derin ve tümüyle koyu ormanlıklarla kaplı vadide, sarmaşıkların yeşile ördüğü kayalıklar arasında öyle bir çağlayıp akıyordu ki! Dere yukarı iki ya da üç saat mesafede, ormanın ortasında sarp kayanın üzerinde dikine, sanki suyun üstünde sallanıyormuş gibi terk edilmiş, refakatcilerin belirttiğine göre taşlarla yontulmuş, Petra adını verdikleri kale açıkça görülüyordu'
ifadelerinİ kullanmıştı.
Bayburtlu Zihni vadiden çıkarılan altın ve gümüş madenlerinin Harşit Çayı yoluyla Karadeniz'deki hamsiye ulaştığını bir gazel ile ifade etmişti. Harşit Çayı'nın geçtiği Kürtün ilçesinde mukim Türkmen-Çepni Beyleri zaman zaman kaleyi ele geçirerek Tükmenlerin Karadeniz kıyılarına ulaşmalarında önemli bir görev üstlenmişti. Hacı Bektaş-ı Veli, 13. yüzyılda Anadolu'nun Türkleşmesinde Karadeniz'in önemini görerek Güvenç Abdal' ı Gümüşhane-Kürtün-Harşit Vadisi'ne göndermişti.
Yakın tarihimizde Türk Milli tarihi içindeki yeri Harşit Savunması olarak bilinen Ekim 1915 tarihinde I. Dünya Harbi ortalarında işgal kuvvetlerinin çayın doğusuna kadar gelip batı tarafına geçemeyerek büyük bir direnişle karşılaşması bir kısım tarihçiler tarafından tarihin 'İkinci Çanakkale' savunması olarak tanımlanır.
Karadeniz'de 1915 yılından itibaren kıyı şehirlerini bombalayan Rus donanması bunu karaya çıkardığı askerler ile tamamlamak üzere ilerlemeye çalışırken önüne bir duvar gibi çıkan Harşit Çayı ve Vadisi, 1915 yılından 1917 yılına kadar büyük bir savunmanın yapılmasını sağlamıştı.
Osmanlı Ordusu ve yerel halkın milis güçlerinin direnişi sayesinde Harşit savunması kırılamamış, doğu ve batı kıyıları 2 yıla yakın bir süre karşılıklı tüfek ve top atışları ile geçmiş ve nihayet 1917 Bolşevik Devrimi ile geriye çekilen işgalci kuvvetler, Topal Osman Ağa' nın milis kuvvetleri ile Batum'a kadar kovalanmıştı.
ARKEOTEKNO
Sayfa Yorumları (0)
Yorum Bırakın