DOĞU VE BATI KAVRAMLARININ ARKEOLOJİK KÖKENLERİ

Doğu- Batı coğrafik bir tanımlama olarak kim neye göre doğu ve batı yaklaşımı ile dünya Haritasını çizenlerin sağda Avrupa, solda ise Amerika çizildiğinde oluşturdukları sanal iki kavram olarak Kuzey ve Batı ülkelerinin gelişmiş, Doğu-Güney ülkelerinin ise fakir olması sanal gerçekliği ile bütün bu tanımlamalar, ülke coğrafyalarının sınırları nedense iklimsel koşullara bağlı olarak (!) kuzey ülkeleri hep zengin, güney ülkeleri ise nedense hep fakir kalmışlar...

Londra merkezli  The Legatum Institute' nün ülkelerin 2016 Küresel Refah Endeksi'ne dayalı açıklanan istatistiki sıralama da bu tespitleri doğrular.

Goethe’nin 17. Yüzyılda doğu ile batı arasındaki ayrımın ve ortak yönlerinin kültürel açıdan ve esasında doğunun batıya yaptığı olumlu etkilerinin vurguladığı kitabı Doğu –Batı Divanı’ adlı kitabının yazıldığı dönemlerin akabinde Samuel Huntington’ un 21. Yüzyılda olacağını düşündüğü ‘medeniyetler çatışması’ adlı makale doğu ile batı arasındaki ekonomik, askeri, siyasi ve kültürel farklılıkların doğurduğu ayırımlar, esas olarak bilimsel gelişmelere katkı sağlayanlarla sağlayamayanlar arasındaki fark olarak ortaya çıkmıştır.

Goethe ile doğunun hakkının teslim edildiği bu kitapta Sümerler ile başlayıp Akkad, Babil ve Asur'a kadar ve daha sonra da İslamiyetin ortaya çıkışıyla beraber Araplar'a kadar uzanan bilim, ticaret ve daha sonra fen, matematik gibi müspet ilimlere kaynak teşkil edecek şekilde astrolojik alandaki gelişimlerin batıya geçişi Rönenansın başlamasına ilham veren yapıtlarıyla Shakespeare, Machiavelli, Thomas More, Montaigne, Einstein, Thomas Jefferson, Leonardo Da Vinci gibi bir çok kişiye ilham kaynağı olan düşünür ve şair Lukretius ya da diğer adıyla Titus Lucretius Carus'un yazdığı eserler  (m.ö. 99-55) sayesinde olmuştur.

Bu görüşe göre rönensansın başlamasına öncülük eden bilimsel metodun babası sayılan Francis Bacon'un da esinlendiği antik çağ felsefecileri fikirlerini Lucretius'un yazdığı şiirler ile öğrenerek bilimsel gelişiminin öncülleri olmuştu.

Troya Savaşının kaderini salgın belirledi - Kültür-Sanat haberleri

TROYA SAVAŞI 

Bilimin coğrafik yönden intikal dönemi olan ve adına 'tercümeler çağı' denilen M.S. 1200 lü yıllarda Garp ve Şarkiyatçı gelenekselliğe dayalı devletlerin kurulma felsefesi, kültürel farklılıklar ve toplumsal yaşam şeklindeki ayrımları da kapsar. Bugünkü anlamıyla esinlenmiş olmalarına rağmen 'doğu' kelimesi sorun (!) kelimesi ile eşdeğer olarak algılanırken Huntington' un yaklaşımı, antik Eritrai kıyılarından Herodot'a göre Perslerin anlatımıyla Fenikeliler tarafından kaçırılan kraliçe 'io' nun karşılığında bir boğa üzerinde Girit' e kaçırılan Fenikeli Asyalı prenses Europa dikkate alınmazsa, doğu-batı ya yönelik ilk ciddi ayrışmanın olduğu kabul edilen Troya Savaşı'nı başlatan en büyük nedenin doğuya ulaşabilmek için yeni 'koloniler' elde etmek üzere böyle bir savaşın icat edilmiş olduğu kesinlikle doğrudur.

Ancak yaşayıp yaşamadığı hala tartışılan kadın mı erkek mi olduğu bile bilinemeyen görme engelli Homeros'un İlyada'da da anlattığı Troya Kralı Priamos'un oğlu prens Paris'in güzel olmadığı düşünülen güzeller güzeli olarak lanse edilen Helen'i kaçırmasına bağlamak, mitolojinin stratejiye üstünlüğü olarak anlaşılmalıdır.

İSTANBUL'UN FETHİ (29 Mayıs 1453) (İtalyan ressam Fausto Zonaro'nun (d.1854-ö.1929) Fatih'in toplarının İstanbul'a götürülmesi)

Adlandırılmalarını bir Asyalı prenses olan 'Europe'dan alan coğrafik ve zihinsel açıdan günümüze kadar taşınan sözde bir 'şark sorunu' olarak tanımladığı görüş ise İstanbul' un 1453 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından alınması ile başlayan sürecin 1914-1918 yılları arasındaki Birinci Dünya Savaşı ile son bulan süreyi kapsayan batılı tanımlamalara dayanır. Bu görüş esas olarak garb ile şark arasında bilimsel kırılmanın da başlangıç ve sonuçlanmasını gösterir. Şark toplumlarının aleyhine işleyen bir gelişmeler zinciri çeşitli siyasi olaylar ve savaşlar ile ortaya çıkmış olduğuna dair tarihsel bir süreç yaşanmıştır. 

Bu tanımın oryantalizm ya da şarkiyatçılığa dayalı arkeolojik yönden uzun geçmişini Yakın Doğu olarak tanımlanan bereketli hilal ya da batılı söylemle Levant bölgesinde yer alan bugünkü Suriye sınırları içinde bulunan Assur kentinden gelen Asur Ticaret Kolonileri Çağı'nda (ATKÇ) Kültepe/Kaniş'e gelerek ticaret yapmaları sonucunda bıraktıkları borç, evlenme, boşanma gibi kil tabletlerin çözümünden anlayabiliyoruz. (m.ö.1950)

Anadolu kentleri de bu dönemde ticaretler sonucunda yazı ile ilk kez tanışırken bu bölgenin batısındaki toplumlar ise ATKÇ'ndan tam 950 yıl sonra bugünkü Lübnan kıyılarında bulunan 'Fenike'  lilerden yazıyı alarak (m.ö.1000) Latin alfabesine kadar uzanan kültürlerini oluşturabilmişlerdir.

Oysa yazı, m.ö.3200 lü yıllarda yaşadığımız coğrafyada Sümerler tarafından kullanılmaktaydı. Yazı gibi geometri, tıp, matematik, hatta Pisagor Teoremi olarak bilinen teorem dahi Babilliler tarafından bilinmekteydi. Miletli Hippodamos (m.ö. 5.yüzyıl) ise, kozmosun bir örneği olarak Perslerden öğrenmiş olduğu ızgara kent planını kentin içinde yaşayanlara da uygulanması gerektiğini söyleyerek, kentleri zanaatkarlar, çiftciler ve savaşçıların oturacağı bir plana göre hiyerarşik olarak kurmaya başlamıştı.

Filozof ve düşünür Lucretius' dan esinlenerek Rönenansı başlatan batının, kültürel yapısının oluşumunu ve bugünkü gelişim süreci Batıya göre Doğu, her zaman, antik ve erken çağlardan bu yana keşfedilmeyi bekleyen fikri, bazen de fiziki olarak savaşlar ile ortaya çıkmış farklılığın tezahürü olarak 'şark sorunu’ şeklinde bitmeyecek bir senfoni olarak devam edecektir. 

Europa'nın kaçırıldığı Antik Çağ'da adı Fenike olan bölgenin günümüzdeki adı olan Filistin' de doğan Hristiyan edebiyat profesörü Edward W. Said ise 'Şarkiyatcılık' adlı eserinde oryantalizmi batının uydurma bir icadı olarak tanımlayarak 'Doğu kavramı neredeyse bir Avrupa icadıdır ve eski çağlardan beri romansın, egzotik varlıkların, akıldan çıkmayan hatıraların ve manzaraların, kayda değer tecrübelerin mekanı olmuştur' şeklinde bir görüşü ileriye sürer. 

Hint Edebiyatı'nın Önemli İsmi Tagore'nin Şiirleri ve Hayatı

TAGORE 

Rabindranath Tagore'nin; 

"Avrupa makinedir, Asya ruhtur" diyor. Hemen bütün fikir farkları ve bütün münakaşalar nisbîde mutlakı arama zaafımızdan doğar. Mutlak mânasıyla Şark (Doğu) ve Garp (Batı) yoktur; mutlak mânâsıyla fert cemiyet kültür, medeniyet ırk millet (!) olmadığı gibi. Fakat Şark ve Garbı tamamıyla inkâr etmemize mâni olacak derecede nisbî iki âlem derece derece kesafet peyda eden iki Şark ve Garp âlemi vardır. Asya Avrupa'ya nazaran Şarktır; Avrupa Amerika'ya nazaran Şarktır; Amerika Avrupa 'ya nazaran Garptır Avrupa Asya 'ya nazaran Garptır. Böyle olduğu gibi Asya 'nın Avrupa 'nın Amerika 'nın içinde Şarktan Garba doğru derece derece tahavüller bulunması zarurîdir; ayrı ayrı bu üç kıta'nın içinde de Şark ve Garp vardır; böylece fizik coğrafyadan hâlet-i ruhiyelere doğru kalkan iki manevî dünya fark etmek mümkündür.'

fikirlerine rağmen Şark ve Garp milletleri millet şuuru içinde her iki toplumda da hala geçerliliğini sürdüren bir husus olarak durmaktadır. Bizde de Peyami Safa'ya ilham veren bir yazar olarak Rabindranath Tagore, P.Safa'nın ekseri romanlarına konu olan garp ve şark ayrımının kökenleri yukarıda izah edilen arkeolojik kanıtlara dayanır.

ARKEOTEKNO