KÛT-ÜL AMÂRE‘DEN SONRA SYKES-PICOT ANLAŞMASI VE MUSTAFA KEMAL PAŞA

Kût-ül Amâra Savaşı’nın 29 Nisan 1916 tarihinde bitmesinden 17 gün sonra 16 Mayıs 1916 tarihinde Britanya, Fransa tarafından Türkiye’nin Ortadoğu Bölgesindeki topraklarının paylaşılması ve Rusya’nın da onayı ile Sykes-Picot Anlaşması yapılır.

Bu anlaşmanın temeli Osmanlı topraklarının paylaşımı esası üzerine kurulu bulunan 18 Mart 1915 tarihinde yapılan Constantinpolis Anlaşmasına dayanır. Gizli yapılan Sykes-Picot Anlaşması,  Rusya’nın Ekim 1917 devrimi ile anlaşmaları ifşa etmesi sonucunda ortaya çıkmıştı.  

Osmanlı Devleti’nde 1900 yıllarının başında Bell ve Lawrance’nin yanı sıra ünlü bir İngiliz istihbaratçı da Sir Mark Sykes adlı Sir Tatton Sykes’in tek oğlu olarak 5. Baronet olan bir diplomattı. Fransızca ‘baro’ kelimesinden gelen ve orduda önceleri asker yamağı olarak kullanılan kralın yemeğinden yiyen kimse olarak bilinen baron unvanı, kralın şahsi hizmetkârı olarak şövalyelikten sonra gelir. Baron unvanından sonra ise vikontluk gelir.  Baronet unvanı ise 1611 yılında kullanılmaya başlanan ‘küçük baron’ anlamına gelir. Baron İngiliz aristokrasisinde Lord unvanının karşılığıdır. (not: Kaçakçılık, uyuşturucu işlerini yapanlara da baron denilmesinin nedeni işlerinden kovulanların uğraşı yani boş adam işi olduğu için söylenir.)   

İyi bir harita yapımcısı (kartoğrafyacı)ı ve istihbaratcı olan 5. Baronet Mark Sykes, 1916 tarihinde Fransız diplomat François Georges Picot  ile yaptığı gizli görüşmeler sonucunda Rusya’nın da onayı ile 16 Mayıs 1916 tarihinde Sykes-Picot Anlaşmasını imzalar.

Sykes kartoğrafyacı Picot ise hukuk tahsili yapmıştı. Demek ki Sykes-Picot anlaşmasının temelleri iyi harita çizen Sykes ile hukukçu Picot’un anlaşması ve Rusya’nın da bu anlaşmaya destek vermesi sonucunda atılmıştı. İngitere’nin Orta Doğu ve Asya’daki politikalarının 19. Yüzyılda Rusya’nın varlığına göre ayarlanması bu anlaşmanın Rusya tarafından da onaylanmasını gerekli kılmaktaydı.

Anlaşmanın hükümlerine göre paylaşım aşağıdaki tabloya göre yapılmıştı:

Garip bir şekilde Şerif Hüseyin 19 Haziran 1916 tarihinde yani bu anlaşmanın yapıldığı tarihten 1 ay sonra Osmanlı’ya isyan bayrağını açmıştı. Bunun en büyük nedeni McMahon ile Hüseyin arasında yapılan mektuplaşmalar ile Hüseyin’e bir Arap Devleti’nin kurulması taahhüdünün verilmesiydi. Ancak anlaşmanın bu maddesinden Sykes geç haberdar olmuştu. Bu mektuplaşmalarda Mısır’daki İngiliz Yüksek Komiseri McMahon tarafından Osmanlı’ya başkaldırma koşullarını bildiren Şerif Hüseyin’e sınırları muğlak olan bir Arap devleti vaat edilmişti.  Hâlbuki Sykes, etki alanları içinde Arap Devletleri kurulmasına dair görüşmelere çoktan başlamıştı.

Anlaşmaya göre bir Arap Birliği fikri ya da ideali olamazdı. Araplara da aynen daha sonra Osmanlılara önerildiği gibi bir 'Sevr Sendromu' önerilmekteydi. Bir kartografyacı edasıyla hangi sorumluluk ve yetki sahibi olduğuna dair bir bilinmezlik ile başta İngiltere olmak üzere Fransa ve Rusya ile birlikte devletlerin sınırları birer cetvel ile çizilmeye çalışılıyordu. Sykes-Picot anlaşması ile Hüseyin’e İngiliz ve Fransa’nın etkinlik alanları arasındaki bir bölgede kendi mandalarının olacağı bir Arap devleti kurulması çalışmaları yapılıyordu.

Bu anlaşmanın gereği olarak Rusya, ummadığı bir Osmanlı Ordusu ve yerel halkın katılımıyla ünlü  Kop Dağı direnişi ile 1914 Kasım ayında girdiği Osmanlı sınırlarından içeriye doğru karadan ilerliyordu. Amacı Karadeniz kıyılarına ulaşarak buradan İstanbul'a varmaktı. Trabzon deniz ablukası ve limanların bombardımanı sonucunda 16 Nisan 1916 tarihinde işgal edilmişti.

Diğer yandan Kop Dağı direnişini aşan Ruslar, 19 Temmuz 1916 tarihinde Erzurum, Bayburt ve Gümüşhane üzerinden işgali karadan da 4 ay sonra tamamlayarak Karadeniz sahilindeki birlikleri ile buluşmuştu. Erzincan şehri de Ruslar tarafından işgal edilmişti. Ancak Gümüşhane’nin Vauk Dağından doğan ve uzunluğu 160 Km olan Harşit Vadisi içinden akan Harşit Çayı boyunca Kürtün ilçesinden geçerek Tirebolu’ya dökülen nehri Osmanlı Ordusu’na destek olan sivil yerel güçlerin yardımıyla aşamazlar ve nehrin doğu tarafında çakılır kalırlar.

Bkz. Karaarslan, S. Vedat. Sarıkamış’tan Sonra Birinci Dünya Savaşı Harşit Savunması ve Gümüşhane Kürtün Harekâtlarının Önemi, https://www.arkeotekno.com/pg_626_sarikamistan-sonra-birinci-dunya-savasi-harsit-savunmasi-ve-gumushane-kurtun-harekatlarinin-onemi

Anlaşmada olmamasına rağmen İstanbul için Rusya’ya Boğazları kontrol amacıyla veriliyordu. Rusya’nın Doğu sınırından içeriye girerek Doğu Karadeniz Bölgesi’nden İstanbul’a gidişini Harşit Çayı’nı geçememesi ve Rusya’da Ekim 1917 tarihindeki Bolşevik devriminin büyük rolü olmuştur.

Rusların amacı bu anlaşmanın gizli hedefi olan İstanbul ve Boğazların kendilerine verileceği sözü ile Harşit’in batı tarafında karşıya geçerek Karadeniz sahil boyunca İstanbul’ a kadar ilerlemek ve Karadeniz’i Rusya’nın bir iç denizi haline getirmekti. Buna mani olan, tarihi Harşit Savunması olmuştur.  

Fransa ve İngilizler de gizli yapılan bu anlaşma kapsamında kendi bölgelerine ayrılan kısımlara girmeye başlamışlardı.Ancak anlaşmaya aykırı olarak İngiltere, Musul ve Filistin’i işgal etmişti. Fransa buna oldukça fazla tepki vermişti.

Ancak Anlaşmayı akamete uygulatan gelişmeler şunlardır:

  1. Balfour Deklarasyonu ile Britanya’nın Filistin’de bir Yahudi Devleti kurulması vaadi.(1917)
  2.  Mısır'daki Britanya Yüksek Komiseri Henry McMahon ile Mekke Emiri Hüseyin arasındaki Arap Krallığı müzakereleri (1915-1916)
  3. Rusya'da işçi sınıfının 1917 yılında iktidarı ele geçirmesi ve Bolşeviklerin Rusya'yı savaştan çıkartması ve gizli anlaşmaları kamuoyunu açıklamaları, 
  4. Anlaşmayı imzalayan İngiltere, Fransa ve Rusya arasında bir güven ortamının olmaması. Örneğin İngilizler Fransa’ya bırakılan Musul ve Irak’ı himayesi altına almış Filistin’i ise işgal etmişti.

Demek ki Rusya’nın daha doğrusu Bolşeviklerin Ekim 1917 devriminden sonra bu anlaşmayı İzvestiya ve Pravda gazetelerinde yayımlayarak tüm dünyaya duyurması, (bu gizli anlaşmanın yayınlanması Arapların sert muhalefet yapmasına neden olan sonuçları doğurmuştur)  Balfour deklarasyonu, emperyalist güçlerin paylaşımda birbirleri ile rekabet etmesi ve Şerif Hüseyin’in McMahon ile yazışarak sınırları muğlak olan bir devlet taahhüdü almasının Sykes tarafından geç duyulmasını Sykes-Picot Anlaşmasının uygulanamamasının en büyük nedenleri olarak söylenebilir.

Bir Arap tarihçisi olan George Antonius, Sykes-Picot Anlaşmasını şok edici bir belge olarak ‘şüpheyle ittifak halindeki açgözlülüğün ve dolayısıyla aptallığa yol açan bir ürün’ olarak tanımlamıştı. Aslında bu, Britanya'nın savaş zamanında Fransa'ya, Araplara ve Yahudilere verdiği üç ayrı ve uzlaşmaz taahhütlerden oluşmaktaydı. İtalyan iddiaları da 1917 yılında eklenmişti. Ancak 1918'de Osmanlıların kesin yenilgisinden sonra çizilen sınırlar artık yeni anlaşmalara göre değişecekti.

Özetle, hedeflerinden bir tanesi olan Türkiye'yi ekonomik yönden petrol alanının dışına itmek olan Sykes-Picot Anlaşması, emperyalist ihanetin bir atasözü haline gelmişti..

Bütün bu siyasi gelişmelerle birlikte 1916 yılı Anadolu için Mondros Mütarekesine giden süreci başlatması açısından itilaf devletleri tarafından Mondros Anlaşmasının 7. Maddesi uyarınca itilaf devletlerinin lüzum gördükleri her yeri işgal edebilecekleri hükmü gereğince Anadolu, paylaşıma doyamayan devletlerin işgaline uğramıştı.

Rusya’nın İstanbul’u da işgal etmek gayesiyle işgal etmeye başladığı özellikle Doğu Karadeniz Bölgesi’nin işgal edilmesinde -Ermenilerle olan işbirliği, daha doğrusu Ermenilerin Ruslar ile olan işbirliği- 15 Aralık 1917 tarihinde Osmanlı Devleti ile Erzincan Antlaşması ile ateşkes yapılması ve sonrasında Brest Litovsk Anlaşmasının 3 Mart 1918 tarihinde imzalanması ile kesin bir barış anlaşması ortaya çıkmasından sonra sorun diğer itilaf devletleri ile Büyük Taarruz’un son günü olan 18 Eylül 1922 tarihine kadar devam etmiştir.

Rusya’nın çekilmesi ve İtalya’ya vaat edilen Güney Batı Anadolu topraklarının verilmemesi sonucunda anlaşma kısmen uygulanamamıştır.

Bu anlaşma başlangıçta İngilizlerin Şerif Hüseyin’in oğlu Faysal’ın Suriye’ye girmesine müsaade edilmesidir.  Esas paylaşımı 1920 yılında San Remo’da yaptıkları konferans ile Irak, Filistin, İsrail Suriye ve Ürdün’ün günümüzdeki toprak sınırları ortaya çıkar.

Pan Arabist topluluklar bu sınırlara itiraz etmiş ayrıca Kürt ve Dürzilerin azınlık statüsüne girmeleri infiale yol açmıştı. Irak'ta Bölgesel Kürdistan Hükümeti'nin kurulması veya 2014 yılında IŞİD in yükselişi gibi siyasi çalkantılar ‘Sykes-Picot'un sonu’ olarak değerlendirilmişti. Sykes-Picot Anlaşması, Hüseyin-McMahon Yazışmaları ve Balfour Deklarasyonun İngiltere'nin Fransa'ya, Araplara ve Siyonist harekete verdiği çelişkili vaatler olarak eleştirilmişti. Bu durum iyi bir kartoğrafyacı (harita yapımcısı) olan istihbaratcı Sykes’in Siyonistlerin Ortadoğu Bölgesinde kilit bir rol oynayacağına dair olan inancından kaynaklanmaktaydı.

Günümüzdeki yeşil, kırmızı, siyah, beyaz renkli çoğu Arap ülkesi tarafından kullanılan o zamanki isyan bayraklarını tasarlayan ve ‘Türkiye bitmeli... Para ve yiyecek verilmeli. Develer için prim verilebilir, haberleşme için kullanılan telgraf izolatörleri için de fiyat teklif edelim... Hicaz demiryolunun kesilmesi için para teklif edelim, Türk Mavzerleri ve ordudan kaçanlar için para ödeyelim,  ... Mümkünse tüm Hicaz Demiryolunun üzerindeki köprüleri yıkın" diyen Sir Mark Sykes’in başına gelenlere gelince:

Sykes, 1918-1920 yılları arasında 50 milyon kişinin ölmesine neden olan İspanyol gribi hastalığına yakalanır. Hastalığın nedeni I. Dünya Harbi’ne giremeyen İspanya’da ilk kez duyurulması nedeniyledir yoksa İspanya ile hiçbir ilgisi yoktu. Salgın gribin bir Fransız askeri kampından yayıldığı düşünülmekteydi. Almanya’nın savaşı kazanabilmek için Alman ajanların aspirin içine virüsü enjekte ettiği dahi söyleniyor ve Çin’in de salgında parmağının olduğuna dair haberler çıkmaktaydı. Hatta denizlerin diplerindeki çürümüş bedenleri yiyen balıkların tüketilmesi de salgının nedeni olarak gösteriliyordu. Belki de Alman ve İngiliz, Fransızların cephelerde bıraktıkları binlerce asker cesedinden yayılmıştı. Bu salgına neden olan virüs günümüzde H1N1 olarak bilinir.

Savaş işte böyle bir şeydi ama I. Dünya Savaşı’nın bitmesine bu salgının neden olduğu bile söyleniyordu. Britanya’da 250 bin kişi ölmüştü, Hindistan’da büyük bir salgın baş göstermişti. Sykes, bu hastalık nedeniyle 1919 tarihinde 39 yaşında hayatını kaybeder.  Daha sonraki yıllarda Queen Mary Üniversitesi’nden kurşun bir tabut içinde gömülen Sykes’in mezarından örnek alınarak aşı yapılması için mezarın açılması talebi gelir. Mezarından akciğer ve beyin dokusu örnekleri alınır. Bunun nedeni kurşun kaplı olarak defnedildiği için grip ile ilgili toksik verilerin ceset üzerinde kaybolmadığının düşünülmesiydi.

Fransa Cumhurbaşkanlığı görevini (1974-1981) yapan Valéry Giscard d'Estaing’nin büyük amcası olan Araplar tarafından bir kişilik olarak değer görmeyen hatta savaş suçlusu olarak nitelendirilen Picot ise 1951 yılında Paris’te öldü.  

İspanyol gribi hastalığına yakalanan ünlülerden Max Weber, İspanya Kralı XIII. Alfonso ve Mustafa Kemal Paşa da bulunuyordu.

 

Mustafa Kemal Paşa Samsun’a hareket edeceği günler içinde İspanyol gribine yakalanır. Gribi Beşiktaş’taki evinde geçirir. Mustafa Kemal’in başyaveri Cevat Abbas Gürer bu durumu şöyle anlatır. ’Samsun’a hareket hazırlığındaydık. Paşa, bir müddettir rahatsızdı. Oldukça ciddi olan ve o zaman pek korkulan İspanyol nezlesini Beşiktaş’ta, Akaretler’deki evinde atlatmıştı.’ Samsun’a hareket etmeden önce Bandırma vapuru dezenfekte edilir. İşgal altındaki Osmanlı’ya ilaç ve aşı sevkiyatına izin verilmiyordu, bu durum savaştan da önemliydi. Hatta bu nedenle Sivas Kongresi’nde bir aşı tesisi kurulması dahi gündeme gelir. 

Bu ünlülerden sadece gittiği Viyana’da ilk kez 1918 yılında, ikinci kez 1919 yılında İspanyol Gribine İstanbul’da yakalanan Mustafa Kemal Paşa, Sykes-Picot ve daha sonra itilaf devletleri tarafından çizilen haritalara dayalı anlaşmaların hepsini yırtarak işgalcileri yendiği gibi Sykes’in yakalanarak ölmesine neden olan İspanyol Gribi’ni de yenmişti.

ARKEOTEKNO