SOSYAL MEDYA SOSYAL KAYGIYI NASIL OLUŞTURUR?

Beynin sosyal davranışları kontrol eden bölümü olan prefrontal bölgedeki orbitofrontal kısmı ve serotonin aynı zamanda sosyal kaygılar ile baş edilebilmesinde çok önemli rol oynar. Uppsala Üniversitesi'nde yapılan bir araştırmada mutluluk hormonu olarak bilinen serotonin ve ruh hali, motivasyon ve bellek (hafıza) üzerinde etkili dopamin hormonları arasındaki dengesizliğin sosyal kaygıya yol açtığına yönelik bulgular elde edilmiştir. [1] 

Kişinin kendisini her türlü insani ilişkilerde ortaya çıkabilecek yetersiz, beceriksizlik, zavallı hatta aptallık gibi olumsuz durumların ortaya çıkmasına yönelik tehditlerin sonucu olarak duyduğu her türlü davranış modeli olan sosyal kaygı, beynin orbitofrontal bölümünü ilgilendirdiği kadar nöronlar arasındaki iletilişimi sağlayacak elektriksel iletişimi sağlayan mutluluk hormonu olarak bilinen serotonin ile de bağlantılıdır.

Kısaca OFK olarak gösterilebilecek orbitofrontal korteks, kişilik bozukluğu, şizofreni, depresif bozukluk, obsesif kompülsiz bozukluk, bağımlılık, travma sonrası stres bozukluğu, otizm ve panik atak rahatsızlıklarına [2] neden olabilecek bir dizi rahatsızlığı ortaya çıkardığı biliniyorsa da genel olarak örneğin sosyal kaygı yaşayan bir kişide üzerindeki kan akışının arttığının gözlemlendiği beyindeki amigdala ile olan bağlantısı nedeniyle davranışları belirleyici bir görevi de vardır. 

Biyolojik olarak doğal nefes alma yöntemleri ve vücudun kaslarının gevşetilmesinin sosyal kaygıları ortadan kaldırabileceği öngörülüyorsa da günümüz koşullarında kapalı ortamlar ve hareketsizlik ile birlikte artan pandemi ile birlikte insanlar arasında sosyal kaygıların artıyor olmasını gözlemleyebiliyoruz. Bununla birlikte sosyal kaygıyı oluşturabilecek olumsuz düşüncelerin ortadan kaldırılabilmesine en büyük engelin ise sosyal medya olarak adlandırılan iletişim ortamlarının sinirsel bozukluklarla birlikte aynı zamanda biyolojik olarak da bu kaygıları ortadan kaldırabilecek gerek nefes alma gerekse hareketsizlik üzerine olumsuz etkileri vardır.

 

Sadece empati (duygudaşlık) yapabilme ya da karşısındakinin yerine konulmasında oynadığı rol bile OFK nin işlevselliğinin ne kadar önemli olduğunu ortaya koyan bir davranış model çıktısı olarak değerlendirilir. Olumsuz düşünceleri değiştirebilme yeteneğine sahip bir kişinin işlevselliği olmayan fikirleri değiştirebilmesinin bile çok önemli olduğuna yönelik sonuçlar dahi kişinin kendi benliğine saygı duyması sonucunu ortaya çıkarır. Kitap okumanın 9000 voksel, [3] internette surf yapmanın ise 21.000 voksele karşılık geldiği yapılan beyin ölçümlerinde bilindiği halde sosyal kaygıyı ortadan kaldırabilecek bir beden dili olmaksızın örneğin göz göze gelmeden sosyal medyada tartışmak, ses tonunu ayarlayamamak gibi sadece görselliğe ve bilgisayarlardan pikselleri iletmekten öteye bir anlam taşımayacağı aşikârdır.

Demek ki ana sorun bir yandan insani ilişkilerde sosyal kaygının beyindeki yönetim merkezi olan orbitofrontal korteks ve  internet bağımlığının yol açtığı dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu (Attention Deficit Hyperactivity Disorder-ADHD) olarak bilinen rahatsızlığa neden olan beyindeki bölümü prefrontal korteks, amigdala ve subkortikal bölümleri ile olan bağlantılarındaki işlevsizliğin ya da bozulmanın kişide oluşturduğu sosyal kaygıyı nasıl gidereceği ile ilgili husustur.

O halde aşırı internet kullanımının bir bağımlılık olduğunu özellikle aşırı oyun oynamanın beynin dorsolateral prefrontal aktivasyonu en üst seviyeye çıkmasına neden olan ve psikolojik olarak Amerikan Psikiyatri Birliği Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve İstatistiksel Elkitabı’nın beşinci baskısı olan  DSM V kriterlerinin beyinde oluşturabileceği dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu gibi davranış bozukluklarının kişide oluşturabileceği diğer bir rahatsızlık olan sosyal kaygıyı ortaya çıkarabildiği söylenebilir.

Günümüzde herhangi bir olay karşısında sanki 'hayatın akışına uygun bir şekilde' olmayan ancak zorunluymuş gibi ‘hiç tweet atmadı ki, neden sessiz kalıyor?’ şeklindeki yaklaşımlar aslında tam olarak Türkçe karşılığı ‘cıvıklamak’ olan bu sosyal medya özelliğini kullanarak değerlendirmek kişinin beden dilini kullanarak kendini ifade edebilmesinden daha değersiz değil midir? Buna rağmen Avustralyalı felçli Philip O'Keefe bir beyin implantı sayesinde düşünce yoluyla 23 Aralık 2021 tarihinde dünyada ilk tweet atan kişi olarak tarihe geçmişti. Böylece düşünce yoluyla 'tweet' atmanın da yolu açılarak nedense ‘acaba duygu taşımayan sadece piksellerden oluşan’ bu değerlendirmelerin bilginin akla dönüşmesini sağlayan bilgi süreçleri olarak bilinen Ackoff’un 1989 yılında tanımladığı VEBB’ye (Veri, Enformasyon, Bilgi, Bilgelik-Akıl) dönüşmesi mümkün müdür? Önemli bir bilgi kaynağı olarak kullanılan sosyal medyanın gerçek hayatın yerine geçmemesi gerektiğine yönelik kuantum fizikçisi R.Feynman’ın bir toplantıda kendisini daha önce görüp görmediklerini sorduğu dinleyicilerinin ‘sizin resminizi gördük’ cevabı karşısında ‘onlar benim piksellerimdir’ cevabını vermesi ironik olarak anlatılır.

                                     SOSYAL MEDYA ORTAYA ÇIKMADAN ÖNCEKİ YAŞAM VE DURUM 

Sonuç olarak kişilerin bu biyolojik gerekçelerle soysal medya kullanımının  bağımlılık haline gelerek aşırı kullanımının beyinde oluşturduğu yukarıda arz ettiğim hususların kendi öz değer ve yetenekleri hakkındaki olumsuz inançlar, suçluluk hissi, iddia sahibi olamama, gerçekçi olma, sürekli erteleme davranışında bulunma, başkalarının yargıladığına inanma gibi davranış bozuklukları olarak günümüzde moda bir hastalık olan sosyal kaygıya neden olabileceği söylenebilir. [4]

ARKEOTEKNO 

[1] https://neurosciencenews.com/serotonin-dopamine-anxiety-15558/

[2] https://en.wikipedia.org/wiki/Orbitofrontal_cortex

[3] Piksel bir noktayı iki boyutlu tanımlarken voksel ya da voxel bir pikselin 3 boyutlu gösterim şeklidir. 

[4] https://www.verywellmind.com/how-is-cbt-used-to-treat-sad-3024945