TÜRKLERİN ŞECERESİ: 'HSIUNG NU' LAR?

İnsanlık tarihinde kimlik ve aidiyat konusunda Türkler problemi olmayan birkaç milletten biri olmasına rağmen kanıta dayalı yazabilme sorumluluğunu taşıyan bir kişi olarak Sümerlerin yazıyı bulmaları ile başlayan 'tarih' yazımına benzer şekilde  Türk Tarihini, sanki  Türk dilinin de ilk kez görüldüğü iddia edilen runik yazılı Orhun Anıtları ile başlamış gibi gösterme hatasını işleyenlere karşı olarak tarihimizi İskitlere, Sakalara,  Sarmatlara, Alanlara, Massagetlere, Kuşanlara, Toharlara ve ötesine kadar olmasa da m.ö. 200 lere kadar uzanan bir dönemde yaşamış Hsiung Nu yani  Hunların runik alfabesine kadar götürmeye yönelik bu yazının kaleme alınmasını, kadim Türk tarihine karşı sorumluluk alma adına şimdilik mazur görünüz.

Tarihte ilk kez 'Türk' adını bir devlet adında kullanan Göktürkler ile başlatılmak istenen Türk tarihi tezinin çöküntüye uğramasının en büyük delili VII. yüzyılda Arapların etkisi ile Göktürklerin Orta Asya ya da İç Asya denilen bugünkü coğrafyada yaşayan toplulukların Türkleştirilmiş oldukları şeklindeki beyhude düşüncelerdir.

Bu düşünce;

'doğuda bulunacak her şeyi persologlar okuyacak'

şeklindeki düşüncenin

'batıda bulunan her şeyi de Latinlere bağlama hevesi olan 'Corpus Inscriptionum Latinarum''

kısaca CIL olarak bilinen kavrama dayatarak bir Hint-Ari kavramının ortaya atılmak istenmesinden başka bir şey değildir.

Doğuda Persologlar ve batıda CIL arasında bocalayan 'arkeolojiya' nın bugün geldiği nokta yukarıda saydığım İskitlerden Toharlara kadar uzanan toplulukların aidiyatları hususundaki iddialar, arkeolojinin ilmi kavramına uyum göstermezken bu durum bana felsefik bir yaklaşım ile 'bilge gülüşü' olarak Hipokrat'a tedavi edilmek üzere Abderalılar tarafından önerilen Demokratis'in tedavi edilmesine gerek olmadığı bir 'felsefece gülüş' olarak tanımlanan  Demokratis'in 'felsefik' gülüşünü hatırlatır.

Sonuç olarak bütün bu beyhude değerlendirmeleri 'felsefik' ya da günümüz tabiri ile 'tebessüm' ile gülüp geçmek gerekir. 

Doğuda batılı Persologlar tarafından oluşturulmak istenen varsa bir 'Pers katarı' içinde Türklerin ancak ve ancak bir lokomotif olması icab etmesi gerekir. Türkçe'de Arkeolojiya diye bir terim yok ama bu terimi arkeoloji bilimini Persolog-CIL arasına mahkum eden fikri düşünce için kullanmayı Archaeologia' nın karşılığı olarak önermek isterim.  

Bütün bu değerlendirmelerle birlikte Menander Protektör'ün 557/558 yılında yazdığı Gök-Türk Yabgusu İstemi tarafından gönderilen Sogdlu Maniak'ın liderliğindeki elçilik heyeti ile ilgili olarak;  

            'önceden Sacae/Sakae olarak adlandırılan Türkler....' 

ve yine VI. yüzyılda Bizanslı Theophanes'in Chronography adlı eserinde yazdığı gibi '

            Tanaid'in (Tanais, Sir Derya Nehri) doğusunda kadim zamanlarda adlarına Massagetea denilen Türkler yaşar....'

olarak yazdığı ifadeler bile kadim Türklerin tarihinin ne kadar geriye gidebileceğine dair bir ispat ve ulvi bir geçmişe sahip olduğunu ortaya koyar. Bu tarihin şimdilik m.ö. 8 yüzyıl olması bu açıklamalar kapsamında yeterli olması düşünülmesi gerekir.

Geçtiğimiz yüzyıla kadar Türk Tarihinin Hunlardan ötesine gitmesi gerektiğine dair uluslararası akademiyanın (!) da kabul ettiği ancak birden 'tarihi bir 'u' dönüşü' ile bu fikrin uluslararası alanda reddedilmesine karşın ortaya konulan sözde 'tarihi hükmün', hiçbir arkeolojik bilgiye dayanmayan  'Türk halkının hiçbir zaman dünya tarihinde yüksek bir yer alamayacağı' şeklindeki tutarsız ve mesnetsiz fikirlerle desteklenmesi tarihi sorumsuzluğun ve acziyetin bir ifadesi olarak görülmelidir.

Öyleyse şimdilik Hun dili ile Türkçe arasındaki bağın ilişkisini ortaya koyan kaynakları bunun aksine görüş dile getirmeye çalışan uluslararası düzeydeki ulemanın gündemine ilk kez Pulleyblank adlı bir Kanadalı Çin dili (sinolog) bilimcisinin Hsiung- nu olarak adlandırılan Issık Gölü'nün güneyini yurt edinmiş olan Hunlara Çin kaynaklarında uzun sakalları ile tanınan 'Çiğ' halkı ve yukarıda saydığımız Türk kökenli toplulukları ilave ederek Saka'lara kadar uzanacak arkeolojinin müphem konularını aydınlatmak yeterli olur.

Çinli tarihçi Sima Qian'ın  "Tarihi Kayıtlar" adlı çalışmasında "Shi Ji" nin 110. Bölümünde Xiongnu'yu (Hsiung-Nu) nasıl tanımladığına bakacak olursak; 

Hsiung Nu ların aşağıda görülen Qilian sıradağları ile Yunanların Olimpos Dağı'nda oturan ve hiçbir zaman aşağıya inmeyen 12 dinsel öğesi gibi dini ritüelleri icra etmeleri anlamında bir ilişkileri vardı. Bu alanda herhangi bir kanıt olmamasına rağmen bu konu böyle bilinir ve incelenmesi gerekir. Çinlilerin Tang hanedanlığı döneminde (618-907) ovalarda Hsiung Nu milleti yani Hunlar yer alıyordu.

Büyük yuvarlak kafaları, genellikle bir namlu şeklindeki gövdeleri bazen göbekli ve iki kulağı çehreden kaplayan sakalları, siyah saçları ve gobline benzeyen şapkaları bulunurdu. Bunlar kesinlikle Kafkas halklarına benzeyen 'hu' tipleriydi. Çin kaynaklarına göre bu topluluğun en sevdiği şey ani baskınlarla Çin topraklarına saldırıp insan kaçırmak olarak açıklanıyordu. Hsiung Nu ların diğer ezeli düşmanları Gansu'da yaşayan Yuezhi topluluğu idi. Hsiung Nu lar bozkır halklarının kesin en baskın milleti idi.

Ivolga'da bir Hsiung Nu kazılarında her tarafında hendek bulunan bir kale bulunmuştu. Aynı yerde ölülerini kurganlara değil düz bir araziye gömen Hsiung Nu ların ortada bir büyük mezar ve etrafında yüzlerce çocuk ve kadın mezarları bulunmuştu.

Çin'ce Hsiung Nu (Hun) yazılışı.

Hun kralı Atilla'nın Sultan Süleyman veya Fatih Sultan Mehmet ile olan benzerliği ise özellikle burun yapısında ortaya çıkar. Genetik karşılaştırma olarak bilinen Linzi anketinde bu benzerlikler oldukça yakın olarak ortaya konulmuştu. Linzi anketine göre genetik çalışmalar ile Atilla ile Hsiung Nu ve Türkler arasında genetik yakınlık tespit edilmiştir.

    

Hsiung Nu ların ana vatanının daha çok süs hayvanlarının bulunduğu güney ve güney-doğu yönü Çin Seddi ile sınırlı olan İç Moğolistan'daki Jaune Nehri'nin çok kıvrımlı aktığı bölgedeki Kuzey Karadeniz topluluğu olan Kimmer kültürünün de uzandığı Ordos platosu olduğu arkeologlar tarafından kanıtlamıştı. Bu ilginç değerlendirmelerden ulaşacağımız sonuç şudur;

Kimmerlerin içinde proto-Türk dilini konuşan topluluklar bulunmaktaydı.

   

Londra'daki St. Paulus (Londra) Kilisesindeki Viking eseri, Ortadaki İskit eseri ve sağdaki Hun eseri arasındaki ilişki Finler, İzlandalılar ve Türkler arasındaki İskandanivya Milletleri arasındaki tarihsel yakınlığın arkeolojik kanıtlarını da ortaya koyan ilginç sanatsal birliktelik oluşturur.

Bir kanıt olarak bu üç eser arasındaki tipolojik bağ ve Hsiung Nu lar, Türk tarihinin nereye ve ne kadar geriye gitmesi gerektiğini ortaya koyuyor.

[1] Dalum Hjallese Debate Club 

[2] Türk Halklarının Kökeni, Miziyev, Laypanov. 

ARKEOTEKNO